ÖLÜLERİNİZ İÇİN İSTİĞFAR EDİLİR Mİ?
ÖLÜLERİNİZ İÇİN İSTİĞFAR EDİLİR Mİ?
Kabir ehli için istiğfâr etmek caiz midir?
Osman bin Affân (r.a) şöyle buyurur:
“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) bir cenâzeyi defnettikten sonra kabri başında dururlar ve şöyle buyururlardı:
«‒Kardeşiniz için istiğfâr edin ve Allah’ın onun ayaklarını sâbit kılması (kabir suallerine doğru cevap vermeyi kolaylaştırması) için niyazda bulunun! Çünkü o şu anda hesâba çekiliyor».” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 67-69/3221)
HER TÜRLÜ DUAYI SİLDİREN TÖVBE DUASI
Günâh işleyen kişi tövbe etmekle günâhlarından kurtulabilir mi? İşte her türlü günâhı sildiren tövbe duâsı…
Cenâb-ı Hak’tan pişmanlıkla, ihlâsla af dileyen kimsenin tüm günâhlarının bağışlanacağını bizzat Peygamber Efendimiz müjdeliyor. Peygamber Efendimiz’in öğrettiği tövbe duâsı…
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا
إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâhi, innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm (rahîmu).
De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Zümer, 53)
Hz. Ebûbekir (r.a.) anlatıyor:
“Yâ Resûlullah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta’lîm buyur.” dedim.
Resûlullah şöyle buyurdu:
“Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafûr ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhâmet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur.” (Buhârî, Ezân, 149, Deavât, 16)
İSTİĞFAR DUÂSI
Şeddad bin Evs’in (r.a.) rivayete göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir: اَللّٰهُمَّ اَنْتَ رَبِّى لٰا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ خَلَقْتَنِى وَاَنَاۨ عَبْدُكَ وَاَنَاۨ عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ. اَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ، اَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَىَّ وَاَبُوءُ بِذَنْبِى فَاغْفِرْ لِى فَاِنَّهُ لٰا يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اَنْتَ
«Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka ibâdete lâyık ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lutfettiğin nîmetleri yüce huzûrunda minnetle anar, günâhımı îtirâf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek yoktur.»”
SEYYİDÜ’L-İSTİĞFARIN FAZİLETİ
Resûl-i Ekrem Efendimiz sözlerine devamla şöyle buyurur:
“Her kim, bu Seyyidü’l-İstiğfârı sevâbına ve fazîletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevâbına ve fazîletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.” (Buhârî, Deavât, 2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101)
Bu duânın hulâsa-i meali: Ya Rabb, ben cürm ü kusurlarımı i’tirâf eylerim, tevbe ve istiğfar ederim, ni’metlerinin şükründen âcizim, beni afv ü mağfiret eyle, demektir.
Tevbe Nedir: Bir kimsenin işlediği günahtan dönüp Allah’a yönelmesidir.
Arapça’da tövbe (tevb, metâb) “geri dönmek, rücû etmek, dönüş yapmak” anlamındadır ve “dinde yerilmiş şeyleri terkedip övgüye lâyık olanlara yönelme” biçiminde tanımlanır.
TÖVBE KAVRAMI
Tevbe Kavramı: Allah’a nisbet edildiğinde “kulun tövbesini kabul edip lutuf ve ihsanıyla ona yönelmesi” mânasına gelir. (Zeccâc, s. 61-62; Kuşeyrî, et-Taĥbîr, s. 84) Kişilerin birbirine karşı yaptıkları hatalı davranışlardan dönmesi için avf (af) ve i‘tizâr (özür dileme) kelimeleri kullanılır. (et-Tevbe 9/94; en-Nûr 24/22)
KUR’ÂN’DA TEVBE ÂYETLERİ
Kur’ân-ı Kerîm’de tövbe kavramı seksen sekiz yerde geçmekte, otuz beş yerde Allah’a, diğerlerinde insanlara nisbet edilmektedir. (M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “tvb” md.) Naslarda tövbenin ve anlam yakınlığı içinde bulunduğu “rücû, inâbe, evbe, gufrân” ve af kavramlarının kullanılışı göz önünde bulundurulduğunda tövbenin bezm-i elestte Allah ile kul arasında yapılan ahdin tazelenmesini veya her insanın fıtrat çizgisine dönmesini ve onu korumasını ifade ettiği anlaşılır. Çünkü kul selim fıtratında mevcut ahid şuurundan zaman zaman uzaklaşmakta veya bunu tamamen unutmaktadır. Ahid ilişkisi Kur’ân-ı Kerîm’e göre güven, sevgi ve dostluk esasına dayanmaktadır. (el-Bakara 2/30, 257; el-Mâide 5/54; el-Enfâl 8/34)
Kişinin işlediği kötülükler Allah Teâlâ ile iman arasındaki bu bağı zedelemekte, her zaman vaadini ve ahdini yerine getiren yüce yaratıcıdan onu uzaklaştırmaktadır. Tövbe de bu uzaklaşmaya son verme çabasıdır. Dolayısıyla tövbe ruhun Allah’a açılışını ve yücelişini hedefleyen duaya benzemektedir. Esasen Kur’an’da ve hadislerde yer alan tövbe ve istiğfar ifadelerinin çoğu dua ve niyaz üslûbundadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’in, İbrâhim’in, Mûsâ’nın ve Hz. Muhammed’in tövbelerinden söz edilmekte (el-Bakara 2/37, 128; el-A‘râf 7/143; et-Tevbe 9/117; Hûd 11/112), birçok âyette Peygamberlerin mağfiret talebinde bulunduğu haber verilmekte ve bizzat Resûlullah’a Allah’tan mağfiret dilemesi emredilmektedir. (en-Nisâ 4/106; Muhammed 47/19; en-Nasr 110/3; bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “ġfr” md.)
TÖVBE HADİSİ
Peygamberlerin günah işlemekten korunduğu bilinmektedir. Bununla onların tövbe ve istiğfarda bulunması hususu nasıl bağdaştırılabilir? Resûl-i Ekrem bir hadisinde şöyle demektedir: “Bazan kalbimi bir perde bürür de günde 100 defa tövbe ettiğim olur” (Müslim, “Źikir”, 41-42; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 26). Mecdüddin İbnü’l-Esîr bu hadisin izahında Resûl-i Ekrem’in Allah ile daima irtibat halinde bulunduğunu, ümmetinin dünya işleriyle ilgilenmekten ibaret olabilecek meşgalesinin bu irtibatı kesintiye uğratabileceğini söyler. (en-Nihâye, s. 675) Bu yorum, sûfî Ebû Saîd el-Harrâz’ın, “İtaatkâr kulların sevap doğuran bazı amelleri Allah’ın has kulları için günah sayılabilir” sözünü (Aclûnî, I, 406) hatırlatmakta ve Hz. Peygamber’in çokça tövbe edişinin sebebine ışık tutmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de tövbe kavramıyla anlam yakınlığı içinde bulunan kelimelerden biri rücû olup şirk ve küfürden dönüşü ifade eder. (el-Bakara 2/18; el-A‘râf 7/168, 174; es-Secde 32/21)
“Tekrar tekrar gelmek” mânasındaki “nevb” (nevbet) kökünden türeyen inâbeyi Râgıb el-İsfahânî “pişmanlık duyup Allah’a dönme ve samimiyet duyguları içinde iyi davranışlarda bulunma” şeklinde açıklar. Kur’an’da on sekiz yerde geçen inâbe Hz. İbrâhim’e, Süleyman, Dâvûd, Şuayb ve Hz. Muhammed’e nisbet edilmiştir. “Evb” de (evbe, iyâb, meâb) tövbe anlamında kullanılmış, Hz. Dâvûd, Süleyman ve Eyyûb’a izâfe edilmiştir. (M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “nvb”, “evb” md.leri)
TÖVBENİN ÖNEMİ
Tevbenin Mahiyeti: Bütün ilâhî dinlere göre insan hem iyilik hem kötülük yapma temayülüne sahip bir varlıktır. Hz. Âdem hata etmiş, fakat tövbe ile rahîm olan Allah’ın affına mazhar olmuştur. Günah işleyen kimse tövbe ettiği takdirde âdemiyet nesebini, aksi halde şeytaniyet vasfını tescil ettirmiş olur. (Gazâlî, IV, 234-235). Gazâlî insan için hatadan korunmuşluğu imkânsız kabul ederken hatadan dönmemeyi insanlıkla bağdaştıramaz. (a.g.e., IV, 242-243) Onun bu düşüncesinin, “Her insan günah işleyebilir, günah işleyenlerin en hayırlısı tövbe edendir” meâlindeki hadisten (Müsned, III, 198; İbn Mâce, “Zühd”, 30) kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Aslında tövbe imanın bir tezahürüdür; bezm-i elestte Allah’a verilen sözün hatırlanması ve yapılan ahdin tazelenmesidir; Kur’an’da işaret edildiği gibi (eş-Şems 91/9-10) nefsini kirlerden arındırma çabasıdır. İnancın kaynağı olan kalp hadislerde bir aynaya benzetilir.
KÜÇÜK GÜNAHLAR
Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayette Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: “Mümin kul günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer pişman olarak bağışlanmasını dilerse nokta silinip kalbi cilâlanır. Günah işlemeye devam ederse siyahlık kalbini sarar. Cenâb-ı Hakk’ın, ‘Onların işlemekte oldukları kötülükler kalplerini kirletmiştir’ şeklindeki beyanında (el-Mutaffifîn 83/14) yer alan kir ve pas bundan ibarettir.” (Müsned, II, 297; Tirmizî, “Tefsîr”, 83/1) Diğer bir hadiste bu tür bir kalp, içine konulan şeyi tutmayan devrik testiye benzetilmiştir. (Müslim, “Îmân”, 231)
Mümin, işlediği küçük bir günahı bile tepesinde dikilip üzerine düşeceğinden korktuğu bir dağ gibi görür. Buna karşılık günahı kanıksamış kimse onu burnunun üzerinden geçen sinek gibi kabul eder. (Buhârî, “Daavât”, 4)
Aslında küçük günahlar büyük günahlar için birer basamaktır. Resûlullah Hz. Âişe’ye hitaben şöyle demiştir: “Küçümsenen yanlış davranışlardan uzak durmaya bak, zira Allah bu tür davranışların da hesabını soracaktır.” (Müsned, V, 331; İbn Mâce, “Zühd”, 29) Küçük günahlar âmir konumda bulunan veya başkalarına örnek olacak bir mevkide yer alan kimselerce işlendiği takdirde büyük günah durumuna geçer. Öte yandan bir hadiste de vurgulandığı üzere (Buhârî, “Edeb”, 60; Müslim, “Zühd”, 52) günahın açıkça işlenmesi bağışlanmasının önünde ayrı bir engel teşkil eder.
TÖVBENİN ŞARTLARI VE HÜKÜMLERİ
Tevbenin Şartları ve Hükümleri: Kur’ân-ı Kerîm’de tövbe etme hakkının tövbeyle, ilâhî affa mazhar olabilme imkânının bilerek ve inatla değil de cehalet yüzünden kötülük yapan kimseye verildiğine işaret edilir (en-Nisâ 4/17; el-En‘âm 6/54; en-Nahl 16/119). Buradaki cehalet “bilgisizlik” anlamına geldiği gibi “beşerî hislerin baskısı altında bulunan kalbin duyarsızlığı” mânasına da alınabilir. Allah’ı rab, Muhammed’i peygamber ve İslâm’ı din olarak kabul eden kimsenin bu gafleti uzun sürmez, pişmanlık duyarak tövbe eder; Nisâ sûresindeki âyetin devamı da buna işaret etmektedir. Şu halde tövbenin ilk şartı nedâmettir, Resûlullah’ın ifadesiyle, “Pişmanlık duymak tövbenin kendisidir.” (Müsned, I, 422-423, 433; İbn Mâce, “Zühd”, 30) Nedâmet halinde bulunan kişi tövbeye konu olan günahı terkeder ve bir daha işlememeye karar verir.
Âlimler tövbenin Allah nezdinde kabul edilmesinin bu üç şartına (nedâmet, terk, tekrar işlememe) bir dördüncüsünü eklemiştir; o da iyi amel işlemek suretiyle geçmişteki hataların telâfi edilmesidir. Bu dört şartın üçüncüsünü oluşturan günahı tekrar işlememe hususu Allah’ın mağfiretine kavuşmak için Kur’an’da şart koşulmuştur. (Âl-i İmrân 3/135) Nefsânî arzularına kapılabilen insan için zor bir sınav olan bu noktada tövbe teşebbüsünde öncelik verilmesi gereken şey bir daha yapmamaya kesin karar vermektir. Bununla birlikte günahın tekrar işlenmesi durumunda yine pişmanlık duyup bir daha yapmamaya azmetmek gerekir. Nitekim bir hadiste Allah’tan sürekli bağışlanmasını dileyen kimsenin günahında ısrar etmiş sayılmayacağı ifade edilmiştir. (Ebû Dâvûd, “Vitir”, 26; Tirmizî, “Daavât”, 106)
TÖVBENİN MAKBUL OLMASININ ŞARTLARI
Makbul Tevbenin Şartları: Tevbenin makbul olması için öngörülen amel-i sâlih şartı çeşitli âyetlerde yer almaktadır. Günahtan dolayı pişmanlık duyularak yapılan tövbeler için bazı âyetlerde amel-i sâlih, bazılarında halini düzeltme (ıslah) şartı zikredilir. (el-Mâide 5/39; Tâhâ 20/82) Bununla birlikte tövbenin kabul edilmesinin ilâhî iradeye bağlı olduğu ifade edilmiştir. (et-Tevbe 9/15, 27; el-Ahzâb 33/24) Hicretin 8. (630) yılında Hz. Peygamber’in Tebük’e düzenlediği sefere katılmayanların ileri sürdükleri mazeretler kabul edildiği halde Kâ‘b b. Mâlik ile iki arkadaşının tövbesi kabul edilmemiş, bunlar sosyal boykotla cezalandırılırken elli gün sonra ilâhî affa mazhar kılınmıştır. (et-Tevbe 9/117-118; Müsned, VI, 387-390; Buhârî, “Meġāzî”, 80) Kâ‘b b. Mâlik ve arkadaşlarının karşılaştığı muamelenin bir yorumu bu olayın sonraki nesiller için ibret teşkil etmesi ise diğeri, Allah’ın af ve rızasını kazanmanın dünyaya özgü bir borç-alacak tasfiyesine benzemediği, kulun gerçekten affedilmeye lâyık bir duruma gelmesi gerektiğinin vurgulanması olmalıdır.
NASUH TÖVBESİ NEDİR?
Nasuh Tevbesi: Kabule şayan tövbe “tevbe-i nasûh”tur. “Hâlis ve samimi tövbe” anlamına gelen bu terkip İmam Mâtürîdî tarafından “kişinin yaptığı kötülüğe kalben pişman olması, bir daha işlememeye azmetmesi, elini günahtan çekmesi, diliyle Allah’tan bağışlanma talep etmesi, daha önce günahla zevk kazandırdığı bedenini bu zevkten uzaklaşma yolunda kullanması” şeklinde açıklanmıştır (Tevîlâtü’l-Ķurân, V, 181). Amel-i sâlihin bir âyette günahları giderdiği ifade edilirken (Hûd 11/114) diğer bir âyette kötülükleri iyiliklere çevirdiği belirtilmiştir. (el-Furkān 25/70) Müfessirler, ilk âyetin Müslümanın bir gün içinde işlediği küçük günahların -kul hakkı dışında- affedilebileceğini haber verdiğini kabul etmiştir. (Taberî, XII, 171-174; Mâtürîdî, VII, 250-252) İkinci âyette ise küfür veya şirkten dönerek iman eden ve sâlih amel işleyen kimseler kastedilmektedir. Bunların seyyiatının hasenata tebdil edilmesine “kötülüklerden ibaret olan davranışlarının bu yeni dönemde iyiliklere dönüştürülmesi” biçiminde mâna vermek mümkündür. (Taberî, XIX, 58-61)
TÖVBE GEREKTİREN GÜNAHLAR
Büyük Günahlar: Tevbe gerektiren günahların en büyüğünün inkâr ve şirk olduğu konusunda ittifak vardır. Gazâlî bunun aşağısında kalan günahların büyükten küçüğe doğru derecelendirilmesini ve en küçük günahın belirlenmesini imkânsız görmektedir. (İhyâ, IV, 255-256) Bununla birlikte Gazâlî ilâhî dinlerin ortaklaşa hedeflediği Allah’a yakın olma, can ve mal güvenliğini sağlama ilkelerinin ihlâl edilmesinin büyük günah sayıldığını belirtmekte ve hadiste yer alan yedi büyük günahın bu çerçeveye girdiğini söylemektedir. Onun işaret ettiği hadisin meâli şöyledir:
“İnsanı mahvolmaya sürükleyen şu yedi şeyden kaçının: Allah’a ortak koşma, büyü yapma, Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana haklı bir gerekçe olmadan kıyma, ribâ yeme, yetimin malını yeme, savaştan kaçma, kötülüklerden habersiz iffetli mümin kadınlara zina isnadında bulunma.” (Buhârî, “Veśâyâ”, 23, “Ĥudûd”, 44; Müslim, “Îmân”, 145) (Kaynak: Bekir Topaloğlu, Tövbe, DİA)