Elifin sırrı buğdayın karnındadır.
Buğday, Adem’i, yani adam olmayı temsil eder. Bir şeyin bitmesi için, ekilmesi icap eder. Yani her şey bir tohumdan meydana gelir. Tohum bu, kimi iter, kimi biter. Buğdayın bizatihi kendisi tohumdur. Çünkü o ilk var olan mevcudattan, şu alem içinde insan olmaya en yakın olandan.
Ekini biç, harmanı kaldır, kağnıya yükle. Sür değirmene un ele…
Al tezgaha hamuru yoğur… Ateşi yak, yufkayı aç, ocağa ver; ekmek eyle…
Buğdayın ekmek olması için şu yürüdüğü yola, geçtiği badirelere bak hele…
Var mı öyle değirmen taşında ezilmeden, elden ele yoğrulmadan, ateşlerde yanmadan oluvermek!
Kolay mı öyle bir anda adam olmak?
Rabbin “Kûn” (ol) dediği yerde mesele noktalanmıştır.
“Kûn.”
“Nokta.”
Ve Olur!
Erenler derler ki buğdayın sırrı karnındadır. Bir şeyin neslinin devamı için bir erkeğe, bir de dişiye ihtiyaç vardır. Böl şu buğday tanesini ikiye; bir yanı Adem, bir yanı Havva. Vahdettir bu Elif’in sırrı. Elif gibi deriz ya; hem arı, hem duru, hem bir.
Adem ile Havva bir buğday tanesinin iki yarısıdır. Nefsi temsil eden Hz Adem’den sonra ve Hz. Ademin nefsinden yaratıldı. İşte o Havva, yani dişi, Ademe ayna olmuş ve Adem de o aynada kendini görüp nefsinin güzelliğine hayran olmuştur. O kadar ki; nefsinin güzelliği Rabbinin emrini, yani kendi hakikatini unutmasına sebep oldu. Nefsine tabi olunca da cennetten uzağa düştü. Âdemin cenneti kendi hakikatiydi.
Buğday ekmek olur, nefsi doyurur. Nefsin arzularının remzidir buğday.