Azrail Aleyhisselamın Sesini İşitti
‘ Bir zamanlar, Beytullahı ziyâret ve tavaf etmek ve hacı olmak maksad ve gâyesiyle bir kafile, ufak bir ülkeden yola çıktılar. Derken, yollan meselâ Bağdat’a uğradı. Oraya varınca, kafilede bulunanlar dediler ki:
-Şehirde bizim içimiz yok. Şehrin hâricinde bir yere konaklayalım. Hem dinlenelim. Hem de yol hazırlıklarımızı yapalım. Sonra da kalkalım. Yolumuza devam etmek üzere hareket edelim… Ve, böylece şehir dışında bir yere konakladılar. Bu sırada içlerinden biri dedi ki:
-Duyduğumuz kadarı ile Bağdat şehri dillere destan bir şehirdir. Ben de siz yol arkadaşlarımla buraya konaklarım. Fakat buraya kadar gelmişken varıp Bağdat’ı şöyle bir gezip dolaşmadan da edemem. Hemen gideyim, güzelliği dillere destân şu şehri bir gezip göreyim, Onun bu sözlerini işiten arkadaşları kendisine dediler ki:
-Gel gitme. Orada hevây-i nefsine hoş gelen bir şeyle karşılaşır da onunla oyalanır kalırsın. Bu arada biz de yola çıkarız. Gelir bizi de bulamazsın. Zaten biz burada çok kalacak değiliz. Kısa bir müddet sonra hemen yola çıkacağız. Onun İçin vazgeç. Gel bizimle burada kal, kafileden ayrılma!… Fakat o, yol arkadaşlarının bu sözlerine hiç kulak asmadı. Bağdat şehrini gezmek ve görmek üzere tek başına yürüdü. Arkadaşlarından ayrıldı. Hemen şehre daldı. Biraz gidince yolu, Bağdat’ın batakhânelerine tesadüf etti. Bir ara baktı ki çengiler, çingeneler,… çeşit çeşit sazlar çalarlar, şarkılar söylerler, kahkahalar atarlar. Sesleri duyunca biraz durdu, onları dinledi. Gördüğü zu zevk, safa ve eğlence âlemi hoşuna gitti. Bu sırada Nefs-i Emmâresi kapıdan başını çıkaran bir kadının gelene – geçene baktığını ve kaş – göz ettiğini gördü. Nihayet o da kadınla göz göze geldi. Kadın hemen onu davet etti. O da hemen kabul etti. Kadının peşinden içeri girdi. Kadın kendisine dedi ki:
-Ey yiğit, benden ne istersin? Bizim yolcu dedi: Seni çok sevdim. Kendime sevgili edinmek isterim… Kadın nazlandı. Beni çok beğendiğini söylüyorsun. Fakat sen bütün malını – mülkünü bana vermedikçe ben sana teslim olmam. Sen de benden murâdını alamazsın. Bizim yolcu dedi:
Benim neyim varsa hepsi de şehir dışındaki kafilede ve arkadaşlarımın yanındadır. Ben burada garib bir yolcuyum. Kadın bu sefer de dedi ki:
-Madem ki burada bir şeyin yok, garib bir yolcusun, o halde gel de benimle biraz içip neş’elen bari. O zaman belki; benden de muradını alabilirsin. Bir kerre bizim hac yolcusunun gözü dönmüş, aklı başından gitmiş ve Nefs-i Emmâresi galeyana gelmişti. Gözleri kadından başka bir şey görmüyordu. Onun için; bu son teklifi de kabul ederek içki içmeğe razı oldu. Karşılıklı bir hayli içtiler. Nihayet iyice sarhoş oldu ve kendinden geçti. Bu duruma gelince hemen soyundu. Belinden, içinde paraları bulunan kemerini ve üstünde neyi varsa hepsini çıkanp kadının önüne koydu. Sonra biraz daha içtiler. Böylece körkütük sarhoş oldu. Artık ne yaptığını da bilmiyordu. Ne yaptığının farkında ve şuûrunda değildi. Derken kadınla sarmaşdolaş oldular ve yattılar. Gece, öylece geçti. Nihâyet sabah oldu. Müezzinler sabah ezânını okumağa başladılar.
Ezanı duyan bizim hac yolcusu uyandı ve kendine geldi, etrafına bakındı. Derken, gözü, yanında yatmakta olan kadına ilişti. Bir de ne görsün, içkinin tesiriyle gece gözüne dünya güzeli görünen o kadın, son derece çirkin bir acûze değil mi? öyle ki, gözlerinden çapaklar akar, ağzı son derece pis kokar ve bakana tiksinti verir. Bu manzarayı gören hac yolcumuz, hemen kalktı. Giyindi. Sağına baktı. Soluna baktı.
Hasılı dört bir yanını aradı. Fakat ortalarda ne kemeri var, ne de paracıkları. Bütün varı – yoğu elden gitmiş. Hızla sokağa fırladı. Doğruca arkadaşlarının konaklamış olduğu ye re vardı. Ancak, yolculuk arkadaşları çoktan hareket etmişlerdi. Kendise hilekâr ve yüze gülücü bir aşiftenin câzibesine kapılmış ve bütün sermâyesini ona kaptırarak müflis ve bîçâre bir duruma düşmüştü.
Ne yapacağını şaşırdı. Bağdat şehrini bilmez, kimseyi tanımazdı. Bu durumda nereye ve kime başvursa kabul etmezler ve kendisini mutlaka kovarlardı. Sonunda işsiz
– güçsüz, aç, sefil ve perişan bir duruma düştü
Kıssadan alınacak hisse:
Bu dünyaya gelenler de rûhlar âleminden, temiz rûhlar olarak bir kafile hâlinde hareket ederek yola çıktılar. Gâyeleri Allah’ın rızâsına uygun ameller işleyerek onun rızâsını kazanmak idi. Yolları bu dünyâ Bağdat’ma uğradı. İçlerinden birçoğu ona hiç meyletmediler, gönül vermediler. Onun fâniliğini gördüler ve hiç iltifat etmediler. Fakat onlardan biri dünyâ Bağdat’ma geldi Gaflet içkisinden içti ve sarhoş oldu. Hilebaz ve âşifte kadın, dünyâya gönül vererek ömür sermâyesini ve îmân nûrunu dünyâ yoluna harcayan kişiyi baştan çıkardı. Bu hâlde iken de ömrünün sonuna geldi. Nihâyet Azrail aleyhisselâmın sesini işitti. Bu gafletten uyandı ve gördü ki, din ve İmân sermayesi dünyâ hayâtı uğruna harcanmış. Kendisi de şaşkın ve biçâre olarak ortalarda kalmış. Bunun farkına vardı. Fakat ne yapacağım bilemiyordu. Seğirtti. Kafileye yetişmek istedi. Ancak, kafile hareket etmiş ve yoluna gitmişti. İşte o, bu acıklı durumda iken Azrail aleyhisselâm geldi. O; dinsiz, îmânsız, tevbesiz ve müflis bir hâlde iken canını aldı.
Kaynak; Müzekkin Nüfuz-Eşrefoğlu Rumi – Azrail Aleyhisselamın Sesini İşitti